EDEBİYAT ETİĞİ ADINA...
Teknoloji çağında “Hafıza-ı beşer nisyan ile malul” (İnsanlık belleği unutma özürlü) olabilir mi? Edebiyat etiği ile ilgili olarak oluşturduğumuz bu blogda edebiyat etiğine aykırı her durum ile ilgili saptama ve görüşlere yer vermek amacındayız. İlk olarak Baki Asiltürk tarafından hazırlanan ve Kitap-lık dergisinin Şubat 2010 sayısının eki olarak dağıtılan Şiir Yıllığı 2009 ile güncellik kazanan bir “intihal” tartışmasını odağa aldık. Yaptığımız araştırmada, Gonca Özmen’in “Ardından” başlıklı şiirinin yapısal özelliklerini ve deyişbilimsel yapısını “Kış İçin Prelüdler” başlıklı şiirinde aynen yineleyen Ahmet Ada’nın kırk yıldan bu yana benzer savlarla yüz yüze kaldığını saptadık. Mehmet Yıldırım’ın blogunda yayımlamak üzere hazırladığı yazısında değindiği yazılardan ulaşabildiklerimizi derledik. Bunların en eskisi 1971 tarihli ve Nihat Behram imzalı. Tahir Abacı’nın Yeni Olgu’da çıkan yazısından somut olgulara değinen kısımları ve Papirüs dergisinde çıkan bir yazısını ekliyoruz. Gökhan Cengizhan’ın yazısı uzun olduğu için tipik bölümlerini aktardık. Ferhat Bayramoğlu’nun Patika dergisinde çıkan yazısı da blogumuzda yer alıyor. Cafer Dertoğlu’nun “Şiirpenceresi tartışma grubu”nda duyurulan yazısını de ekledik.
Biz herhangi bir yorum yapmıyor, edebiyat etiği adına yapılmış tartışmaları derlemekle yetiniyoruz. Sezer Özdemir – Cihan Yılmaz
MEHMET YILDIRIM / Alıntı, Çalıntı, Kanıtı...
NİHAT BEHRAM / Hırsızlık Tezgahlanıyor
TAHİR ABACI / Kötü Edebiyata Karşı
GÖKHAN CENGİZHAN: Gönderen: Ahmet Ada
TAHİR ABACI / Önce onur
FERHAT BAYRAMOĞLU/ Şiir Çalmak
CAFER DERTOĞLU / Tuz da kokarsa yahut Bir Ahmet Ada Klasiği
MEHMET YILDIRIM
Alıntı, Çalıntı, Kanıtı....
Ahmet Ada’nın Gonca Özmen’in şiiriyle ilgili “intihal”i yazın çevrelerinde beylik deyimle tartışmalara yol açtı.
Eski dergilerde yaptığımız gezinti durumun hiç de “yeni” olmadığını gösteriyor.
A.Ada hakkında ilk hırsızlık iddiası 1971 yılında Halkın Dostları dergisinin Şubat 1971 tarihli 12. sayısında Nihat Behram tarafından ortaya atıldı. Behram, “Şiirde yeteneksiz olmak bağışlanır bir şeydir. Fakat şiirin gerektirdiği ahlâka yan çizmek bağışlanmaz bir suçtur” dedikten sonra, A.Ada’nın Yeni Dergi’nin Ocak 1971 tarihli sayısında çıkan iki şiirinin en çok Ahmed Arif’ten, ayrıca Ataol Behramoğlu, Mahzuni, İsmet Özel ve Nâzım Hikmet’den aktarılan dizelerle kotarıldığını öne sürüyordu. “Som yeşil / Üç çatal dilli yılanları / Kula atlarıyla / Yenilsin aşiret ocakları / Ve öşür ve nüzül ve büyü / Uysun buyruk dinlemeye” “Şafakları, şafakları / Top top zülüflü yârim / Haberin olsun” “Oysa şarkılar bilirim ben / Yüreği dalında insanları anlatan / Kavga kurmuş dağlarında / Yağmalanmış vatanların” “Öyle bir sevdaya vardık ki / Ay yarim / Artık genç bir imgedir / Omzundaki genç filinta / Devrimciye yeniden” türünden dizeler, daha ilk elde kimden esinlenildiğini ortaya koyuyordu. Behram; “Ataol Behramoğlu’nun şiirlerinden yapılan uygulamalar ise daha bir ilginç. Dizelerin kuruluşu ve söylenen şey aynı yapıda, değişik sözcüklerle ayarlanıyor. Böylece hırsızlığın üstüne kül örtülüyor, güneş balçıkla sıvanmağa çalışılıyor” diye yazıyor. A.Ada’nın burada ele verdiği yöntemi kırk yıl sonra dahi uygulamakta olduğu son tartışmayla bir kez daha su yüzüne çıktı.
A.Ada’nın çalıntıları Yeni Olgu dergisinin Ocak 1982 tarihli 10. sayısında Tahir Abacı imzalı “Kötü Edebiyata Karşı ya da Çalma Özgürlüğü de Bulunmalı mı” başlıklı yazıda tekrar ortaya atıldı. Abacı, Ada’nın Neruda ve Çernişevski üzerine yazıp yayımladığı yazıları yabancı dil bilen uzmanların yazılarından kotardığını, kendisinin Yarına Doğru dergisindeki kuruculuğunu bu nedenle askıya aldıklarını, A.Ada’nın olayı kabullenip özeleştiri yaptığını, ama sonrasında A. Kadir üzerine, Kültür üzerine, şiirin durumu üzerine yayımladığı kendi yazılarının yaklaşım biçiminden sistematiğine kadar A. Ada tarafından manipule edilip başka dergilerde yayımlandığını, ayrıca Ada’nın şiir kitabında kendisinden aktarılmış bire bir dizeler bulunduğunu, A.Ada’nın Erol Çankaya’nın Sanat Olayı dergisinde çıkan “Şiirde şairanelik” başlıklı yazısını “Ozansılık” adı altında yayımladığını, A.Ada’nın tepkileri görünce bunu itiraf ettiğini, Kayseri’de yaşayan bir şairin bunu A.Ada’nın yüzüne vurduğunu, A. Ada’nın Mehmet Ergün’ün 1940 kuşağı üzerine yazdığı yazıların yaklaşım biçimini, dahası yazarın üslubunu kullanarak Rifat Ilgaz ile ilgili yazısını kotardığını, özellikle Cemal Süreya’dan yargı ve üslup yağmaladığını, Veysel Öngören’in “Öncü Geyik” başlıklı yazılarını üslubuna ve özgün kelimelerine kadar kullandığını, şiirlerinde Oktay Rifat, Ceyhun Atuf Kansu, A.Kadir, Nihat Behram, Abdülkadir Budak gibi daha bir çok şairden normal etkilenmenin ötesinde yararlandığını, Edip Cansever’in şiirlerine ve kitaplarının adlarına özellikle dadandığını örneklerle gösteriyor, asıl sorunun egemen beğeninin A.Ada konusundaki tutumu olduğunu ekleyerek yazısını bitiriyordu.
A.Ada’nın çalıntıları Kayseri’de yayımlanan Hakimiyet Sanat dergisinin 4 Şubat 1984 tarihli sayısında da tartışılmış. Tuncer Uçarol’un bu dergide çıkan “Şiir Çalmak” yazısına karşı “Örselenen Nedir?” başlıklı bir yazı gönderen Tahir Abacı, Ahmet Ada’nın bu dergide kendi adıyla ve Zülküf Kolcu takma adıyla yayımladığı yazıların Caudwel ve Özdemir İnce’den kaynak göstermeden alıntılarla oluşturulduğunu anımsatıyor. Dergi yöneticilerinin bunun üzerine Ada’yı özeleştiri yapmaya davet ettikleri, Ada’nın “bunun genel bir sorun” olduğunu öne süren bir cevap yazdığı, “kaynak göstermeme” olgusunu ise geçiştirdiği aynı sayıdaki yazısından anlaşılıyor.
Halim Şafak, 1997’de Kavram Karmaşa dergisinin 4. sayısında çıkan “Etik Yolculuklar” başlıklı yazısında A.Ada’nın Kayseri’de düzenlenen bir “Fetih Gecesi”ne katılmakta beis görmediğinden bahis ile Kayserili şairler çevresinde Ada’nın sahip olduğu ahlak hakkında ortak bir kanı oluştuğunu belirtiyordu.
Papirüs dergisi, Şubat 2000 tarihli 36. sayısında Ahmet Ada’nın Cemal Süreya eleştiri ödülü kazanan yazısının Özdemir İnce’nin iki kitabından aktarılmış kavramlarla oluşturulduğu savını kapağa taşıdı. Gökhan Cengizhan imzalı yazıda iki metin karşılaştırılıyor ve Ada’nın kaynak göstermeden yaptığı aktarmalar sergileniyordu. Cengizhan, İnce’nin ‘İkinci Yeni’ için verdiği örnekleri ve başvurduğu kavramları Ada’nın Cemal Süreya yazısına zaman farklılıklarını gözetmeden uyarladığını, TDK yayınları arasında çıkmış “Dilbilim ve Dilbilgisi Konuşmaları” adlı derleme kitapta yer alan Özkan Göksu, Güray Çağlar gibi yazarların dil ve şiir dili ile ilgili yazdıklarını tırnak işareti ya da dipnot kullanmaksızın aktardığını, Feyza Perinçek ve Nursel Duruel’in Cemal Süreya biyografilerini yağmaladığını öne sürüyordu. Ahmet Ada, buna karşılık yazdığı cevaba “Gökhan Cengizhan’ın Akıl Almaz Çalma ve İftiraları” başlığını koymuştu, ancak yine somut olgulara, bire bir aktarmalarını sergileyen bölümlere hiç değinmiyor, sadece “kırıldım, üzüldüm, çarpıtıyor, iftira ediyor” diyebiliyordu. Ada’nın cevap yazısında geçmişe dönük “araştırmadan yazdı” iddiası üzerine Tahir Abacı da iki yazıyla tartışmaya katıldı. Abacı, Ada’nın çalıntıları saptamak için uzun boylu araştırmaya dahi gerek olmadığını, ilk okumanın bile Ada’nın çalıntı yöntemini ele verdiğini ve geçmişteki yazısında bunu vurguladığını belirtiyor, Ada’nın sistematik ve istikrarlı biçimde hırsızlık yaptığını vurguluyordu. Ayrıca şu saptamayı yapıyordu: “Bay Ahmet Ada, hinoğlu hinin biri ya da yalama olmuş zavallı bir kleptoman olabilir. Bu önemli değil. Böyle tipler her zaman çıkabilir. Sorun, böylesi bir kişilik yapısının sergilediklerinin gördüğü kabulden kaynaklanıyor. Bu açıdan adı geçen “edebiyat alemimiz”in yerini yurdunu belirleyen bir turnusol kağıdı görevi görüyor.”
Patika dergisinin Ocak-Şubat-Mart 2005 tarihli 48. sayısında, Ferhat Bayramoğlu Ahmet Ada’nın iki şiiiri üzerinde duruyor ve bu şiirlerin Edip Cansever’in Sonrası Kalır adlı kitabında yer alan iki şiirden dizeler seçilerek oluşturulduğunu belirtiyordu. Verdiği örnekler çarpıcıydı:
Geldin mi, iyi
Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar
...
O yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği
...
Dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı
....
Bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak
Ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti
.....
Ama bizim memleketimizde şiir
Yazık ki ölümle anlatılır biraz
.....
Günbatımı!
Günbatımı! Yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle
....
Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine
.....
Denize, göğe, toprağa karışmış bir kalebentlik
....
Hava poyrazladı, yağmur yağacak
Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
(Edip Cansever: “Dostlar” ve “Flaş” şiirlerinden)
Bunlar da A.Ada dizeleri!:
İyi ki geldin
Hani nerde denizin eski mavisi
Çakıllar da kirlendi, gökyüzü çekip gitti
Ne yapsak, gitgide tükendi yeşil
Ne yapsak, yitirdik bir avuç sesi
......
Çınar yaprağı poyrazladı bak işte
İyi ki geldin birazdan yağmur yağacak
......
Sen yine çiçek getir, bakarsın giderim
Toprağa, suya, göğe karışarak
(A.Ada: “Sen Yine Çiçek Getir” şiirinden)
gittin mi, bir sonraki yolculuk
sonbahara, geldin mi bir tenhalığı
sızdıran ağaçlara, şimdi orda
dur, yapraklarını döküyor hepsi
ne yapsak, yapraklarını döküyor
gittikçe yaklaşıyor son yolculuğa
bir vakit mi tükeniyor bıraktığın
gibi kalmıyor, yolculuk günbatımına
şimdi ne yapsak, nasıl durdursak
geçen zamanı, havalar da soğuyor
hüzünlü bir solgunluğa akıyor
ölümle anlatılan her yolculuk
(A.Ada: “Yolculuk” şiirinden)
Görüldüğü gibi Cansever’in iki şiirinden iki şiir daha çıkarmış A.Ada! Buradaki yöntem, kırk yıl önce Ahmed Arif şiirine uyguladığı yöntemden de, daha sonra Gonca Özmen’in şiirine uyguladığı yöntemden de farklı değil. Ahmet Ada imzalı kimi şiir ve yazılara göz atınca şaşkınlığımız daha da arttı: Kimi şiirlerde adeta Edip Cansever ya da Cemal Süreya konuşuyor, kimi şiirler Enis Batur’vari, Ezra Pound’a özenip kantoculuk taslaması cabası, hemen her dizesi bir yerlerden tanıdık.... Yazılarında da durum değişmiyor: Ünsal Özünlü’nün, Doğan Aksan’ın şiir üzerine saptamalarının örneklere kadar aktarılması, Ahmet Oktay biçemi, Özdemir İnce’nin konuları...
A.Ada’nın 2004 yılında yaptığı bir başka çalıntı 2008’de ortaya çıktı. Yücel Kayıran, Yasakmeyve dergisinin Kasım – Aralık 2008 tarihli 35. sayısında çıkan “Felsefi Şiir’in Eleştirmenlerinin Soruları ve Aksiyonları Hakkında” başlıklı yazısının kaynakçası arasında Ahmet Ada’nın 2004 yılında Yaratım dergisinde yayımlanmış “Şiir, Dünyagörüşü, İdeoloji” başlıklı yazısını da göstermiş, altına da şu dip notu düşmüştü: “Uyarmanın sırası: Bu yazıda ne yazık ki kaynak gösterilmeden “Felsefi Şiir’e Prolegomena” başlıklı yazımızın, en hafif deyimle, bir tür ‘özet’i verilmiştir.” Yine benzer saptama, yine aynı yöntem!
A.Ada’nın bir şiirinin Gonca Özmen’in şiirinden “intihal” olduğu önce internet gruplarında duyuruldu daha sonra Baki Asiltürk tarafından hazırlanan “Şiir Yıllığı”nda Ada’dan yıllığa şiir alınmamasının gerekçesi olarak duyuruldu.
A.Ada’nın bu yazıların önemli bir bölümünü cevapsız bıraktığı, bir kısmı için “kırıldım, üzüldüm, iftira, metinlerarasılık, başkaları da çalıyor, genel bir olumsuzluk, dizgi hatası, eşim hasta” türünden yanıtlar verdiği gözlendi. Son “intihal”inin Şiir Yıllığı ile duyurulması üzerine konuyla ilgili olarak Kitaplık dergisinde yazdığı yazıda, son yıllarda yayımlanan kitaplarının adını sayarak kendisinin “öne çıktığı” için “tırmalanmak” istendiğini öne sürüyor, ancak geçmişteki çalıntılarına dair yazılara hiç değinmiyordu. Nasıl “öne çıkmak” ise, yazısında adlarını sıraladığı kitaplarının çoğunu parasını ödeyerek kendisinin bastırdığından, bunları sadece eş dost çevresinde, içlerine “bu kitaptan birkaç yerde söz etmeni rica ederim” notları da koyarak dağıtabildiğinden, çok sayıda dergide alelaceleyle karalandıkları belli şiir ve yazı yayımlarken, bir o kadar dergi ve yayınevi tarafından “refüze” edildiğinden, ısrarları ve yapışkanlıkları nedeniyle defalarca azarlandığından, dergilerde yayımlanan kimi konuşmaların sorularının da kendisi tarafından yazıldığından, hatta Cumhuriyet Kitap’ta yayımlanan bir konuşmaya soru soran olarak adı konulan genç ozanın sonradan bundan hicap duyduğunu açıkladığından, başka deyişle olağan dışı yollarla “öne çıkma” gayretlerinden söz etmediği gibi.
Şu soru da askıda kalacak gibi: Şiirin “öne çıkmış” adlarından hırsızlık suçlaması ile karşılaşarak “tırmalanmış” başka kaç ad var?
Tablo bu. Şimdi bu tabloya bakarak ne söyleyebiliriz? Bu “fenomen”e bakarak ben söyleyecek hiçbir söz bulamıyorum. Ne diyeyim ben şimdi?
mehmetyildirimdan.blogspot.com
NİHAT BEHRAM
HIRSIZLIK TEZGAHLANIYOR
Geçen ayın dergilerinden burjuva beğenisi, adamını seçme-bulma ve elbirliğiyle pohpohlama sonucu ortaya dökülen çıtkırıldım gençlerin, büyüklerine övgüler düzdüğü, öyküde, eleştiride tutturamayınca, (bazı beylerin) şiirle hafifliklerini ortaya koyduğu, “yattık-kalktık”lı güncelerle meyhane reklamlarının yapıldığı, bilimsel görünüşlü oyalama sanatına katkılar getirildiği.... v.b. gibi sayfaları çıkarırsak 300-500 ün üstüne varan toplam sayfalardan elimizde yine çok az bir şey kalacak.
Bir okur, topunun tutarına 100-150 T.L. ödeyerek bu dergileri izleyecek ve sözde evrinecek ve bilenecek. Sorumsuzluğa, namussuzluğa, küfeleriyle yalan taşıyan bu beyler de akıllarınca kültürün sözcüleri olacaklar.
Ötedenberi belli bir tutumu sürdüren, fakat her sayısıyla bir sürü eksikliği ve tutarsızlığı da birlikte getiren Yeni Dergi’nin son sayısında yine böyle bir örnekleme var.
56. sayısında ilk kez tanıtılan Ahmet Ada’nın geçen ay “genç bir şairin sunulması” vurgusuyla iki şiiri daha yayınlandı. Şiirde yeteneksiz olmak bağışlanır bir şeydir. Fakat şiirin gerektirdiği ahlaka yan çizmek bağışlanmaz bir suçtur.
Zaman zaman, ancak burjuva beğenisini okşayabilecek olanların “değerli sanatçı” diye sunulduğu Yeni Dergide, sanat değerinin bugünü-geleceği ikinci planda düşünülüp geçmişine göre ayarlanması biraz aşırı hoşgörü, umudu fazlaca yanlışa kullanmadır. Bu davranış biçimi, gelişmeye, gelişecek olana zarar getirir. Örneğini daha önce de gördüğümüz “genç sanatçı sunulması”nda da, sanatçılığın ikinci planda düşünülüp gençliğe sarılmanın sonucu da yine aynı yere varır.
..................
Ahmet Ada’nın şiirlerindeki başka şairlerle olan ses benzerliklerini, söyleyiş etkilenmelerini göz önüne almasak bile, yarım ve bütün olarak çalınmış otuz dize çıkarabiliriz. Şiirlerinden birisinin kırk dize olduğu düşünülürse ortak yaratılmış bir ürün ortaya çıkar.
“Dört bucak yedi düvel” (A.Ada)
“Dört yön, onaltı rüzgâr
ve yedi düvel beş kıta” (A.Arif)
Genellikle bu şekilde değiştirilen A.Arif dizelerini A.Ada’nın şiirlerinden şöyle bir sıralarsak: (A.Ada’nın şiirinden şu dizeleri alalım)
“Cesur, mahsun, âsi”
“Boş ranzalı zindanları”
“Sakalları üşümüş adamları”
“Üç çatal dilli yılanları”
“Yenilsin aşiret ocakları”
“Pamuğa, tütüne, buğdaya ovalar”
“Haberin olsun”
“Dağıtan kederi”
“Oysa şarkılar bilirim ben”
“Aşiret kızlarının”
“Öyle bir sevdaya vardık ki”
................
Ataol Behramoğlu’nun şiirlerinden yapılan uygulamalar ise daha bir ilginç.
Dizelerin kuruluşu ve söylenen her şey aynı yapıda, değişik sözcüklerle ayarlanıyor, güneş balçıkla sıvanmaya çalışılıyor.
“Kötü şey uzakta olmak
Dostlarından, sevdiğin kadından
Yasaklanmak bütün yaşantılara
Seni tamamlayan arındıran
Kapatıldığın dört duvar arasında
Sağlıklı genç bir adam olarak”
(Ataol)
Korkunç şey
Ulu sulara sarvan kurmak
Sümbülü, nergisi, çiğdemi barındıran
Karartıldığın aydınlık dünyada
Vatan tutmak gencecik yarınlara
Hani usul boylu suna olarak”
(A.Ada)
“Onurlu, güzel geleceklerin
Biziz habercileri düşün ki”
(Ataol)
“Mavi, ümitli gelecekleri düşün
(A.Ada)
Ayrıca
“Kanadım değdi sevdaya”
(Mahzunî)
“Kanadım değince sevdaya”
(A.Ada)
gibi almaların dışında İ.Özel’den “burçlardan, mazgallardan” “kof yürekli adamları anlatan”, Nâzım’dan “mavi kirpiklerin” ............... vb. gibi aktarmalarla şiirini oluşturuvermiş A.Ada.
Şiirin özgünlüğü ve özgürlüğünün özellikle genç bir kafada kirletilmesi gelip geçici bir yakınlaşmanın ötesinde anlam taşır.
Bu, daha önce yine Yeni Dergi’de görülen “güzel olan herşey benimdir” diyerek başkalarının dizelerini aynen yazan kafadan da farklıdır.
Bu arkadaşa, çok sevdiği Ahmed Arif’in bir çift sözünü hatırlatırsak, çok sevmenin aynen kopye etmek olmadığını belki anlayacaktır:
“Ben 22-23 yaşlarında iken binin üzerinde gazeli ezbere bilirdim ve şiire başlarken karşımda Nâzım gibi bir okyanus vardı.”
Halkın Dostları, sayı 12, Şubat 1971
TAHİR ABACI
Kötü Edebiyata Karşı
Ya da
Çalma Özgürlüğü de Bulunmalı mı?
(Tahir Abacı’nın Yeni Olgu dergisinin Ocak 1982 tarihli 10. sayısında çıkan bu yazısı “ocr” ve “pdf to word” yöntemiyle sayısal ortama aktarılmıştır, bu nedenle oluşan sayısal hataları düzeltmeye çalıştık, gözden kaçanlar olmuşsa özür dileriz. Yazı uzun olduğundan – yorum ve kimi kişisel değinmeleri çıkartarak - sadece somut olgulara değinen bölümleri aktarmakla yetiniyoruz.)
Zaman zaman dergilerde filan ürünün başkasının falan ürününden çalındığına, kopya edildiğine ya da arada bir benzeşme olduğuna dair iddialar ortaya atılıyor. Ne var ki bunlar genellikle bir kereye mahsus olaylarla ve tek bir ürünle sınırlı kalıyor. Ahmet Ada adlı ‘şair ve yazar’ ise en sert uyarılara ve sergilemelere rağmen bu işi süreğen hale getirmesi ve başkalarının emeğinden saygısızca yararlana yararlana kariyer yapmakta oluşuyla edebiyatımızda belki de tek örnek olmaya aday. İlginç olan, adı geçende sözkonusu marifetin aynı zamanda insanın kanını donduran bir ilkesizlikle, rüzgara göre yön değiştirip durmakla iç içe girmiş olması.ve tüm bunlara bir de fazladan kavram ve kafa karışıklığının eşlik ediyor olması. Gerçekten Ahmet Ada hem çalmış çırpıştırmış, üstelik aynı dönemde hem yapısalcı, hem halkçı, hem toplumcu kesimin farklı kutuplarının ağzıyla konuşmuş ve bu üçgen içinde rüzgarın esişine göre koşturmuştur. Daha da ilginci egemen beğeninin niteliği böyle olan bir insanı “calışkan, bilgili, hakbilir, namuslu, titiz” sıfatlarıyla değerlendirmiş olması. (Bir ironi mi bu)). Sanırım asıl sorun da Ahmet Ada’nın şöyle ya da böyle yapmış olması değil, işte bu sorun, bugünkü edebiyat ortamının sapla samanı birbirine karıştıran nitelik düzeyi sorunu. Bu soruna “Ortalama Şiir – Ortalama Beğeni” başlıklı yazımda değinmiştim, bu yazının sonunda da değineceğim.
Ahmet Ada'nın aşırmalarını sergilemek için özel bir araştırma yapmış değilim. Burada sıralayacağım örnekler, sadece normal okumalarla fark ettiğim, hafızama dayanarak saptadığım örnekler. Bu konuda yapılacak özel bir araştırma ise daha ilginç sonuçlar verebilir, fakat ben fazla önemsemiyorum bunu, elimdeki veriler fazlasıyla yeterli çünkü.
(...)
Ahmet Ada adına 1967’den beri dergilerde rastlanıyor. Ancak, özellikle Yeni Dergi’de çıkan (1969-1971) Ahmed Arif takliti şiirleriyle dikkati çekti. Yeni Dergi, o dönemin en önemli dergilerinden biriydi, salt kadrosundaki ünlü şairlerin şiirlerini yayınlıyordu. Yeni Dergi’de şiirleri çıktıktan sonra A.Ada bir üstad havasıyla fetvalar vermeye, “genç şairler birleşin” diye bildiriler kaleme almaya başladı. Derken Halkın Dostları’nın 12. sayısında (Şubat 1971) Nihat Behram’ın bir yazısı çıktı. Behram, örnekler göstererek Ada’nın başta Ahmed Arif olmak üzere kimi şairlerden yarıyı geçen oranda özgün dizeleri, kelimeleri ve şiir yapısını kendi şiirlerine aktardığını belirtiyor ve olayı düpedüzlük “hırsızlık” diye niteliyordu.
(...)
Böylesine bir suçlamayla karşılaşan insanın dikkatli davranması, bu tür yorumlara açık kapı bırakmaması gerekirdi, değil mi? Oysa Ahmet Ada bu işi yapmasının bir aşırı sevgi ya da rastlantı sorunu olmadığını ortaya koymakta gecikmedi. Yansıma dergisinde “Neruda’nın Şiirleri” (sayı 8) ve Yeni Adımlar dergisinde “Çernişevski’nin Önemi” (Sayı 5, Ağustos 1972)
başlıklı iki yazısı çıktı. İlginç olan, Ahmet Ada’nın yabancı dil bilmediği halde, Latin Amerika ve Maya kültürünün özellikleri hakkında uzun uzun bilgiler vermesi, Neruda’nın o yıllar henüz dilimize çevrilmemiş “Yirmi Aşk Şiiri” ve Bir Umutsuz Türkü kitaplarının içeriğinden söz etmesi ya da Türkiye’de hiç bilinmeyen Lavrov, Mihaylovski, Feuerbach, Bielinski, Dobrulyubov gibi düşünürlerin görüşlerini uzun uzun irdelemesiydi, hem de ancak bu alanlarda çalışan uzmanların edebileceği sözlerle! Gerçekte A.Ada, şiirde ayakları kayınca düzyazı yazmaya soyunmuş, bilinen ahlakıyla, o dönemde Neruda ve Çernişevski üzerine çıkmış yazıları, kitapların ön ve arka sözlerini önüne açıp yazıları kotarmıştı.
(...)
İstanbul’da bir gençlik derneği Nâzım Hikmet’i anma gecesi nedeniyle başka bir gençlik örgütünü eleştiren basın açıklaması yayınlamıştı. A.Ada, Kayseri’de yaşadığı ve olayın ayrıntılarını bilmesi söz konusu olmadığı halde “Halkın........” nitelemesiyle başlayan iki haftalık siyasal dergide birden o basın açıklamasını aynen aktararak “sosyal emperyalistler”e, “revizyonistler”e ateş püskürüyordu. A.Ada bir süre o çizgideki Güney, Direniş gibi dergilerde arzı endam ettikten ve kendisini hırsızlıkla suçlamış olan Nihat Behram’ın yönettiği dergide Behram’ın kitabına övgüler dizdikten sonra bu kez tam karşı uçtaki dergilerde ve bu kez o çizginin şairlerine, yazarlarına övgü dizerek görünmekte gecikmedi. Akla gelen her dergide, görüşlerini de o dergilerin görüşüne uyarlayarak çala kalem yazıyordu ve yaşlı – genç hemen her edebiyatçı için övgü yazıları yazmayı bir yöntem olarak seçmişti. Nitekim benim ilk iki kitabım için de övgüler sıralamayı ihmal etmedi!
(...)
Türkiye Yazıları dergisinin Şubat 1978 tarihli 11. sayısındaki “Adamlar Adamlar” bölümünde imzasız olarak yayınlanan A.Kadir incelemesinin altında şöyle bir not var: “Bu yazı arkadaşımız Ahmet Ada’nın A. Kadir üzerine yazdığı yazı temel alınarak hazırlanmıştır.”
Bu yazının özellikle ikinci bölümünü, Yarına Doğru’nun Aralık 1974 tarihli 10. sayısında Sakıp Coşkun takma adıyla çıkan “Hürriyet ve Ekmek Şairi: A. Kadir” başlıklı incelememle karşılaştırınca yaklaşım biçiminden, verilen yargılardan, seçilen örneklere kadar ilginç bir çakışma görüyoruz. (Benim bu yazım Mutlu Olmak Varken’in 2. baskısının sonunda da yer alıyor, dileyen karşılaştırabilir!)
(...)
Mayıs 1978 tarihli Birikim’de (sayı 39) yer alan “Kültür Üzerine” başlıklı yazımdan sonra ise Ahmet Ada’nın Hakimiyet Sanat dergisinin Eylül 1978 tarihli 26. sayısında “Kültür Sorunu” başlıklı bir yazısı çıktı. Sistematiğinden kavramlarına kadar bu yazı benim yazımın – kuşkusuz A.Ada’nın karışık kafasının aldığı ölçüde – beceriksizce bir özeti niteliğindeydi.
Edebiyat Cephesi’nin 1-15 Haziran 1979 tarihli 7. sayısında ise Ahmet Ada’nın ilginç bir şiiri çıktı: “Seyir Defteri Notları” ‘Ada’nın Edip Cansever’in kitaplarının adlarına ilgisi bu kadarla kalmıyor, bir başka şiirinin adı da “Sevda ile Sevgi ile”. Bu şiir, baştaki Nihat Behram’dan aşırılmış imgeler bir yana, baştan sona benim şiir kitabımdan ve Birikim’in 49. sayısında çıkan şiirlerimden yağmalanmış imgelerle ve duyarlıkla kurulmuş: benim şiirimdeki “Bir çentik yontup geçer yüreğimden” dizesi “Bir çentik açarken yüreğine” biçimine bürünerek neredeyse aynen aktarılıyor., “Şimdi cumbalı konaklar unutulmuş nazenin” dizesi “....yalıların / nazenin kafesli pencereleri” biçimine dönüşüyor, ayrıca o şiirlerdeki duyarlığı yansıtan kimi özgün sözcükler de ne hikmetse aynı şiirde boy gösteriyor: “gündoğusundan” “gurbet yüklü trenler” “istasyonlar” “Sevgi Abla” vb. (Ada’nın çıkardığı şiir kitabında da benim şiirlerimden aşırılmış buna benzer bir çok duyarlık ve imge var.)
(...)
Oluşum dergisinin Ağustos – Eylül 1979 tarihli ve 22-23 sayılı “Şiir Özel Sayısı”nda A. Ada’nın bir yazısı var: “Şiir ve Şiir Dili Üzerine Notlar”. Şimdi şaşıracaksınız, bu kez Ahmet Ada – arada Caudwell’in şiirin özellikleri hakkındaki saptamalarına baş vurulmakla birlikte – baştan sona yapısalcı kavramlarla konuşuyor: gösterge, metin, kurmaca... Daha da ilginci, aynı dönemde çıkmış kimi yazılarında şiirin konuşma dilinden beslenmesinden dem vurmuşken burada şiirin konuşma dilinden farklı bir dille yazılması gerektiğini öne sürmesiydi. İnsan hem aşırmacı, hem tutarsız ve ilkesiz olunca işte böyle farklı kaynakları yağmalar ve birbirine ters düşen şeyler söylemekten çekinmez!
(...)
Sanat Olayı dergisinin Mart 1981 tarihli dördüncü sayısını açınca Ahmet Ada imzalı bir başka yazı görüyoruz: “Şiirde Ozansılık”. Oysa bir de Dünya gazetesinin 16 Nisan 1979 tarihli sayısında Erol Çankaya’nın bir yazısı var: “Şairane”. Yine bir değiştirerek kopyasını çıkartma olayı (ve kuşkusuz A. Ada öztürkçeci). Sistematik, yargılar ve örnekler yine çakışıyor! Üstelik bu kez elimizde daha güçlü kanıtlar da var. Birisi adı geçenin – olasılıkla büyüyen tepkileri duyunca sözde vaziyeti kurtarmak için – yazı çıktıktan sonra dergi sorumlu yönetmenine yazdığı ve “O yazımda Erol Çankaya’nın bir yazısından yararlanmıştım” diyen mektubu (ki kendi gözlerimle gördüm). Diğeri, yine Kayseri’de yaşayan bir şair arkadaşın olayla ilgili yazdıkları (o arkadaştan özür dileyerek aktarıyorum): “Erol Çankaya’nın yazısını yürüttüğünü, yazının yayınlanmasından iki gün sonra yüzüne vurmuştum. Adam öylesine pişkinlikle karşılamıştı ki, şaşırıp kalmıştım.O yazıyı beğendiklerini söyleyen arkadaşlarına en küçük bir açıklama yapmadığına, yazının kaynağı konusunda bilgi vermediğine tanık olmuştum”. (Mektup bende saklıdır) Şu olay da Ada’nın yaptıklarının masum etkilenmelerle, rastlantılarla ilgisi bulunmadığını, her şeyi bilerek hesaplayarak yaptığını ortaya koyuyor.
(...)
Ahmet Ada’nın dadandığı ürünler salt bu kadar değil. Sözgelimi en çok yargı ve üslup yağmaladığı yazarların başında Cemal Süreya geliyor. Örneğin Hakimiyet Sanat’ın Ağustos 1980 tarihli 49. sayısında çıkan “Dıranas’ın Öncülüğü” başlıklı yazısı, Yusufçuk dergisinde çıkan kimi yazıları bunun tartışma götürmez örnekleri. Yine Türkiye Yazıları’nın Mart 1978 tarihli 12. sayısında çıkan “Rifat Ilgaz’ın Şiiri” başlıklı yazısı Mehmet Ergün’ün 1940 kuşağı şairleri üzerine yazdığı incelemelerin yaklaşım biçimini, yargılarını, kavramlarını ve dahası yazarın özgün üslubunu aynen kullanmaktadır. Yine Hakimiyet Sanat’ın 48. sayısında çıkan “Öncü Geyik” başlıklı dizi yazılarını (Öngören’in zaten karışık olan düşünce örgüsünü büsbütün karıştırarak) yine yazarın özgün üslubuyla ve kendine özgü kelimeleriyle birlikte kullanıyordu.
(...)
Bu örnekleri bilmesek de, adı geçenin birbirine ters düşen tutarsız yargıları, bir yazısında düzgün cümleler kurmuşsa başka yazısında daha basit bir konuyu karma karışık etmesi ve bozuk bir anlatımı sergilemesi kendisini kolayca ele vermektedir. İşte kendisinin bir şeyler söylemeye kalktığı zaman kurduğu mantığı “Şiir Üzerine Notlar” başlıklı yazısının giriş bölümünden aktardığımız şu satırlar çok güzel özetliyor: “Şiir, doğaldır ki, bugünkü toplumsal pratiğin bilgiyle donatıldığı noktada üretilir. Şiirsel bilgi derken şiire ilişkin tüm bilgileri söz konusu ediyorum. Şiirsel imgenin imge-kavram bütünlüğü olduğu; bu bütünlüğü toplumsal pratiği ifade etmede, onu gerçekliğin kendisi yapmada etkin araç kılmamız gerekir.
(Cümlelerdeki bozukluk, yargılardaki paradoks bir yana, şu son cümlenin materyalist bilgi teorisinin tam karşıtı bir tez ortaya attığını bilmem söylemeye gerek var mı? – T.A.) Bunu kavradığımız noktada özü sağlam şiirler üretmenin yolu açılır. İmgeyi amaç haline getirmek te şiirin sezgi-mantık bütününü parçalamak olur. Duygu ve düşüncenin nesnelliği, toplumsal pratikle bire bir özdeşliğe, şiirsel sahiciliğe ulaşması dille gerçekleşir.”
Hayır, bu sözler bilinçli bir idealist estetikçinin sözleri değil aslında, ne söylediğini bilmeyen birinin sözleri. Bu yazıyı Oluşum’daki yazısıyla karşılaştırınca adı geçenin bilinen ahlakı kendiliğinden ortaya çıkıveriyor.
(...)
Ahmet Ada’nın Gün Doğsun Gül Üstüne adlı şiir kitabı ise daha önce “ortalama şiir” konusunda değindiğimiz özellikleri taşıdığı gibi, aşırma duyarlık ve imgelerle dolu bir antoloji gibi. A.Ada Oktay Rifat’tan, Ceyhun Atuf’tan, A. Kadir’den Nihat Behram’a, Abdülkadir Budak’a kadar bir çok şairden – normal etkilenmenin dışında – yararlanıyor.
(...)
Anlaşılmaz olan Ahmet Ada’nın durumu değil, egemen piyasada gördüğü kabüldür aslında. (...) Her türlü düşünce ve yaratma özgürlüğünün arasında çalma özgürlüğü de bulunmalı mı dersiniz?
GÖKHAN CENGİZHAN
Bir ‘yarışma’ fiyaskosu
Gönderen: Ahmet Ada
Özdemir İnce eliyle Cemal Süreya
(Gökhan Cengizhan’ın Papirüs dergisinin 36. sayısında (Şubat 2000) çıkan yazısı dergide on beş sayfa tutmuştur. E dergisinin1999’da açtığı “Şiir eleştirisi yarışması”nda ödül alan üç çalışmadan biri olan Ahmet Ada’nın Cemal Süreya incelemesinin Özdemir İnce ve Cemal Süreya’dan yağmalanan kesitlerle oluşturulduğunu savunan yazının kimi bölümlerini aktarmakla yetiniyoruz)
A.Ada, “Onlar için minibüs şarkısı üzerine gözlemler” başlıklı ödüllü müsveddede, büyük ölçüde Özdemir İnce’den çalıyor. Tabula Rasa’dan ve Yazınsal Söylem Üzerine’den, birinin adını bile anmayarak, diğerini lutfedip kaynak göstererek sayfalar dolusu yürütüyor. C. Süreya üzerine “gözlemler”i, bu iki kitabın kimi bölümlerinin, “karışık kafasının aldığı ölçüde beceriksizce” bir özeti niteliğinde. Bütünüyle eklektik bir yazı. “Eklektik” olması bile bir
“yöntem”e işaret eder aslında. “Çorba” desek daha yerinde bir niteleme olur. Tek bir “yazı için yaptığım hazırlık çalışması... yaklaşık 3.000 sayfalık okumanın ürünüdür” (Agk. s.124) diyen Ö.İnce’ye karşılık, adı geçen şahıs Tabula Rasa’nın ve Yazınsal Söylem Üzerine’nin toplam sayfa sayıları kadar bir okumayı ancak yapıyor. Kısacası biri 152, diğeri 172 sayfalık iki adet Ö.İnce hapı yutarak, kendini “eleştirmen” hissediyor.
NE TIRNAK, NE DİPNOT
İnce, Tabula Rasa’da yer alan “Ve şiirin gişesinde oturan şair”de (s.131) C.Süreya’nın “Şiir” adlı şiiri için şunları yazıyor; “.. o günkü şiirsel topludurum göz önünde tutulacak olursa bir tek şiir var ‘yeni’ olan: Cemal’in şiiri”. Ada da, “Onlar için minibüs şarkısı üzerine gözlemler”de şunları yazıyor; “..şiirimizin o dönemdeki topludurumuna bakınca ‘Onlar İçin Minibüs Şarkısı’ tek olma özelliği taşımaktadır” Kaynak dergisinin Ağustos 1954 tarihli 97. sayısında yayımlanan C: Süreya “Şiir”i için yukardaki yorumu yapıyor İnce. 1954 koşullarında öncü buluyor bu şiiri. Ada da, ‘yeni a’ dergisinin Temmuz 1972 tarihli 4. sayısında yayımlanan bir başka C. Süreya şiiri, “Onlar İçin minibüs Şarkısı’ için tastaman benzer yorumu kullanıyor. Düşünün ki, iki şiir arasında 18 yıllık bir fark var! Biri ‘Üvercinka’da (1958) diğeri ‘Beni Öp Sonra Doğur Beni’ de (1973) yer alıyor. Ö.İnce, “..imgesel düzen, şiirsel mantık, şiirsel semantik gibi.. kalemlerde yenilikler var” (s.132) derken, A.Ada “..imge ve sözdizimi düzenleri, şiirsel mantık, şiirsel semantik değişmişti” diyor benzer sözcüklerle... Bu ne cürettir yarabbi! İki şiir ayrı tarihlerde yazılmalarına karşın , nasıl aynı özellikleri taşıyabilirler? Yanlış anlamayın, A.Ada’nınkiler birer alıntı değil; “Tabula Rasa”, verdiği topu topu beş kitap arasında yer almıyor, sözde “inceleme”sinde yararlandığı kaynak metinlerle bağlantılı ne tırnak açıyor, ne de dipnot düşüyor “usule uygun” olarak.. Sanki bunlar C.Süreya üzerine kendi özgün yargı ve yorumları.. Çalıp çırpmak derken kastettiğim bu ahlâk işte!
(...)
MESLEKİ RACON DA YOK
“Yazınsal Söylem Üzerine” A.Ada’nın öyle rastlantıyla değil, “ince ince hesaplayarak” yorum ve yargı çaldığı diğer bir Ö.İnce kitabı. Bu kitapta yer alan “Şiirin Dili” adlı yazısında İnce, “sapmalar” üzerinde uzun uzadıya duruyor; “Sapmalar üzerine birkaç söz: İkinci yeni şiirinde sapka türleri bol bol kullanılmıştır. bunların büyük bir çoğunluğu başarısız örneklerdir., çünkü çoğu; şiirlerin, dizelerinyüzey yapılarında kalmışlar, derin yapıda kendilerine çağrışım alanları açamamışlardır.” (s.24) Adı geçen de, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı”nda bazı anlamsal sapmalar bulmak mümkün” diyerek ekliyor: “Yüzeysel yapıda kalan, derin yapıya işlemeyen anlamsal sapma sözkonusudur. Kendine çağrışım alanları açması zordur”. Dikkat edin Ö.İnce, doğrudan C. Süreya için değil, İkinci Yeni şiirlerindeki kimi aşırı sapma örnekleri için bu yorumu getiriyor. Adı geçen, C. Süreya’nın İkinci Yeni’den çok sonraki, çok uzağındaki bir şiiri için benzer lafları sıralıyor, daha doğrusu İnce’nin tümcelerini kendi yazısına olduğu gibi monte ediyor!
(...)
İnce, anlamsal sapmayı tanımlıyor; “bir sözcüğün, sözlükte açıklanan anlamının dışında kullanılması... (s.21) Ada da şöyle tanımlıyor: “bir sözcüğün kendi anlamının dışında kullanılması..” Şiir Dili’ni, “A) Sapmalar, B)Düzenlilik, C)Bağlantı” olmak üzere üç kategoride ele alıyor İnce.. Sapmalardan hemen sonra, diğer kategorilere geçiyor; “Sapmalar ve düzenliliklerin, şiirin anlamlı bir bütün olmasını sağlayan metin iç ilişkilerine bağlantı denir.” Adı geçen de aynı sırayı izliyor; “korkarlar yinelemesi(nin)... sapmalar ve düzenlilikler içinde kurulan, anlamlı bir bütün olan yapıyla metin iç bağlantıları zayıftır” Çaldığı tümcelerin tam bir aşuresi!
(...)
SUÇÜSTÜ YAKALANMAMAK İÇİN
Dönelim, ödüllü “inceleme”sine... Kaynakça’da belirttiği “Dilbilim ve Dilbilgisi Konuşmaları” adlı derleme, adı geçenin gelişi güzel yağmaladığı bir başka kitap...TDK’nın 1979 yılında düzenlediği bir dilbilim oturumundaki bir dizi konuşmaya dayanıyor. “Dilbilim ve Dilbilgisi Konuşmaları”.. Bu konuşmalar, daha sonra derinleştirilip genişletilerek metin haline getirilmiş, kaynak bir derleme olarak yayımlanmış. Okura, dilbilim üzerine ilk bilgileri verici, kimi temel kavramlara götürücü, dilbilimi değişik alanlardaki uygulamalarıyla tanıtıcı nitelikte, kapsamlı bir derleme.. Deniliyor ki, “Konuşmacıların yararlandıkları kaynaklar her konuşmanın sonunda topluca verildikten sonra, alıntıların sayfaları da dipnotlarında belirtildi” (s.8). Adı geçen, işte böylesine “titiz” bir derlemeye bilinen ahlâkıyla destursuzca dalıyor! Kaynakça’da adını verdi ya, yetmiyor mu; yürüttüğü bölümleri bir de alıntı ve dipnot olarak
belirtmesine ne gerek var yani? Hangi meslek erbâbı suçüstü yakalanmak ister?
“Çözümleme boyunca gördüm ki, ‘Onlar İçin Minibüs Şarkısı’nı belirleyen en önemli kavram yapı” diyor A.Ada... İlkin “gördüm ki” biçimindeki şu cakayı bir bozalım!. Sözde “çözümleme”si boyunca, C. Süreya şiirindeki en önemli yanın “yapı” olduğunu, elbette kendi yeteneğiyle görmüyor; Özkan Göksu’nun “Dilde Yapı Kavramı ve Geleneksel Yaklaşım” (Agk.s.46) başlıklı yazısı aracılığıyla, daha doğrusu orada “görüyor”. Göksu’nun kimi tümcelerini olduğu gibi kendi “çözümleme”sine transfer ediyor. Ada’nın bütün bir C. Süreya
külliyatını hatmederek “gördüğü” gerçeği, Göksu yıllar önce görmüş, bir de Ada’nın eline vermiş! Göksu diyor ki: “Artık yapı denilince, özellikle dilsel yapı gelmektedir akla.” (s.46)
Ada diyor ki, “Şiirsel yapı denilince, dilsel yapı gelir akla” Göksu, “yapı ve dilsel yapının ortak yönleri vardır kuşkusuz; örneğin bütün ve bütünsellik kavramları” derken, Ada; “Şiirde bütünsellik kavramı da yapıyı karşılar niteliktedir” diyor. Bunlar, ne hoş benzerlikler, değil mi?. “Bu açıdan yapı, öğelerinin (ya da ‘parçalarının’) toplamını aşan bir bütünselliktir” diyen Göksu’yu, aklı erdiğince kavramaya çalışan Ada da; “Bu açıdan Onlar İçin Minibüs Şarkısı, parçalarını (ya da öğelerini) birleştiren bir bütünsellik taşır” diyor.
PARANTEZİN İÇİ VE DIŞI
Şu köylü kurnazlığına bakar mısınız?: Göksu, “öğelerinin (ya da parçalarının)” derken, Ada, “Parçalarını (ya da öğelerini)” diyor; küçük bir değişiklikle “parçalarını” sözcüğünü parantez dışına, “öğelerini” sözcüğünü parantez içine alarak, ama parantez açmayı da hiç ihmal etmeyerek! Göksu: “Bu bütünsellik.. parçalarının toplamına indirgenemez.” Ada: “Her birim.. parçalarının toplamına indirgenemez.” Göksu: “Dilsel yapının bir özelliği de.. kendisini oluşturan öğelerin kendi başlarına bir değerleri olmamasıdır” Ada: “Her birim ya da öğe kendi başlarına bir değer taşımaz.” Bu kadarı yeterli.. Göksu’nun, genel olarak dildeki yapılanma boyutunda belirttiklerini Ada, okuyana “kel alâka” dedirtecek bir yakıştırmayla C. Süreya’nin sözkonusu şiiri için geçerli kılıyor. Sizin de mideniz kalkıyor mu artık?
Adı geçenin ödüllü müsveddesinde “sesbirimler” ara başlığıyla yazdığı bir bölüm var ki, eyvah eyvah! Eğlenmeye hazır olun!. Bu bir paragraflık bölüm, Güray Çağlar’ın, “Bildirişme ve Dil, Dilin Nitelikleri” (Agk. s.41) başlıklı metninden olduğu gibi çalıntı.. Göksu’dan sonra Çağlar’a dadanıyor, bilinen hünerleriyle.. Hem de akıllara durgunluk verecek bilgi yanlışları, çocukca hatalar yaparak!.(...) Çağlar, “konuşma dili” üzerine şunları yazıyor; “Dildeki vurgu, ton, titremleme gibi parçaüstü sesbirimler, konuşmanın ayrılmaz parçalarıdır.. Dildeki her sözcük, belirli bir vurgu kalıbı, her tümce de belirli bir titremleme kalıbıyla söylenir. Bu titremleme kalıbı, tümcenin sözdizimsel yapısıyla bağıntılıdır. abç” (s.19) Ada da, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı”nda “keşfettiği” sesbirimleri üzerine şunları yazıyor: “Dilde nasıl her sözcük belirli bir vurgu kalıbı, her tümce de belirli bir titremleme kalıbıyla söylenirse, Cemal Süreya’nın şiirinde de her şiir tümcesi sözdizimsel yapısıyla bağıntılıdır.” Çağlar, “Örneğin.. Ahmet’i görmedin mi? soru tümcesinin ayrı titremleme kalıbı vardır” derken Ada, “Sözgelimi (şiirdeki) soru tümcelerinin ayrı titremleme kalıbı vardır” diyor. Çağlar, örnek veriyor; “Türkçe’de vurgu, sözcükleri birbirinden ayırabilir, yani sözdizimsel bir görevi vardır.” Ada da, “alımlayıcı” dediği okuru uyarıyor; “Alımlayıcı, her şiir tümcesindeki, sözdizimsel yapıdan kaynaklanan, parçaüstü sesbirimlerini vurgu, ton, titremleme gibi özelliklerine göre okumalıdır... her şiir tümcesi vurgu, ton, titremleme gibi parçaüstü sesbirimleri açısından farklı farklıdır” Ada, Çağlar’ın belirttiklerini, her zaman yaptığı gibi eksiksiz bir aklı evvellikle kavrıyor. Okuduğu dipnottaki bilgiden “sesbirimleri nedir, ne değildir?” hiçbir şey anlamıyor, bir parça olsun anladıklarını da “kelle paça” karıştırıp çorba ediyor.
(...)
ÇEKİRGE GİBİ
Dönelim yeniden ödüllü müsveddeye.. A.Ada beş kitaplık kaynakçasında, “eli mahkum” adını verdiği, Feyza Perinçek – Nursel Duruel ikilisince yazılan “Şairin Hayatı Şiire Dahil” adlı biyografiden de sayfalar dolusu yararlanıyor. “Yararlanıyor” lafın gelişi eybette.. Aslında en büyük maharetlerini bu işinde sergiliyor. biyografinin 238-250 sayfalarını, C. Süreya’nın “Beni Öp Sonra Doğur Beni” dönemini içeren bölümü, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı” üzerine dişe dokunur birşeyler bulalibmek çabasıyla, çalı çırpı toplar gibi yağmalıyor. Hani, benzetecek olursak, bir çekirge gibi önüne ne çıkarsa çiğniyor, geçiyor.
(....)
Papirüs, Şubat 2000, Sayı 36
Bir açıklama...
ÖNCE ONUR
TAHİR ABACI
Papirüs dergisinin 36. Sayısında çıkan Gökhan Cengizhan’ın yazısında, 18 yıl önce Yeni Olgu’da çıkan bir yazımın anıldığını görmek, benim için sürpriz oldu. Doğrusu, ben o yazımla değil, başka ürünlerimle anılmayı isterdim. O yazıyı artık savunmadığım için değil, konu o gün de, bugün de bana hayli sevimsiz göründüğü için.
Yine öyle oldu; bu tür olaylar yeterince mide bulandırıcıdır, dokunsanız bir türlü, değmez deseniz başka türlü...
Öncelikle Gökhan Cengizhan’ın ikinci yazısında düzelttiği bir noktayı tekrar vurgulamak isterim. Ahmet Ada isimli kişi hakkında ilk çalıntı iddiasını öne süren ben değilim. Bu işi ilk yapan Nihat Behram’dır. Halkın Dostları dergisinin Şubat 1971 tarihli, 12. sayısında çıkan yazısında Behram, Bay Ada’nın Yeni Dergi’de çıkan şiirlerinin yarıya varan oranda Ahmed Arif’den aşırılmış imgelerle kurulmuş olduğunu örneklerle ortaya koyuyordu.
Adı geçen kişinin, Cengizhan’a verdiği cevapta yazımla ilgili söyleyebildiği tek şey benim “araştırma yapmadan” söz konusu yazıyı yazdığımı öne sürmek olmuş. Bunu ne zaman öne sürüyor: 18 yıl sonra. Peki 18 yıl önce ne yapmıştı? Hiç!
Pardon, birkaç yıl sonra galiba özeleştiri gibi bir şeyler karaladığını hatırlıyorum.
Kayseri’de çıkan Sanat Eki dergisinde çıkan yazısında Özdemir İnce’den ve Caudwell’den yeni çalıntılarına aynı dergide çıkan bir yazımda değinmiştim. Dergi yöneticileri sıkıştırınca
“özeleştiri yerine” diye ikrar ve pişkinlik dolu bir şeyler yazmıştı. Adı üstünde, “özeleştiri” yapıyordu, benim araştırmadan yazdığımı filan yine öne sürmüyordu.
Ayrıca davayı yürekten benimsemişti ve yazdığı yazılarda artık “has edebiyat”tan dem vuruyordu. (Bütün çocukların bildiği bir oyun vardır, ebe yakalayıp size dokunur, siz de başkasına dokunarak emaneti iade eder ve bağırırsınız: Cereyan geçti!!!)
Hakkını yemeyelim, bazen başka yerden aşırılması mümkün olmayan, “özgün”
tahliller de yapıyordu. Şöyle: “Şiirimizin çağdaş bir geleneği henüz kuruluyor” “Şiirsel imgeyi nesnel gerçekliğin kendisi yapmalıyız” vs.. vs.. Yeni örneklerini de Cengizhan’a verdiği cevapta bulabilirsiniz.
Başka şeyler de yapıyordu; örneğin gözüne kestirdiği herkes için övgü yazıları döktürüyordu. “Beşer”in zaafını iyi kavramıştı. (Benim iki kitabım için de yazılmış övgüleri var!)
O tarihten sonra çıkan kitaplarını okumadım. Dergilerde şiirlerine rastladıkça hissettiklerimi buraya yazmak istemiyorum. Ünlü bir eleştirmen ve dergi yöneticisinin (yönetmen yardımcısı da tanığım) yalancısıyım: “Şimdi daha kurnazca çalıyor”
Uzatmayayım, yazımın bende duran kopyasına baktım; adı geçenin çok sayıda yazısında ve şiirinde nasıl sistematik hırsızlık yaptığını, ayrıca gerek siyasi görüş planında, gerek sanat konularında, insanın kanını donduran ilkesizlik örnekleri verdiğini, üşenmemiş, tam 10 daktilo sayfasında örneklemişim. (Şimdi olsa üşenirdim). “Araştırmak” isteyenler bakabilir.
Bay Ahmet Ada, hinoğlu hinin biri ya da yalama olmuş zavallı bir kleptoman olabilir. Bu önemli değil. Böyle tipler her zaman çıkabilir. Sorun, böylesi bir kişilik yapısının sergilediklerinin gördüğü kabulden kaynaklanıyor. Bu açıdan adı geçen “edebiyat alemimiz”in yerini yurdunu belirleyen bir turnusol kağıdı görevi görüyor.
Ahmet Ada gibi birinin “özgün” ve “usta” olarak nitelenebilmesi aslında bir ironidir ve şiire dair söylenen onca büyük lafa, koparılan onca gürültüye rağmen, 1980 sonrasının sırça “şiiristan”ının şiirden ne kadar anladığının göstergesidir.
Bu tür olaylarda “üçüncü kişiler”in takındığı tavır da hoş ve eğlenceli oluyor.
Hani hırsızı suçüstü yakalarsınız, “objektif” kişiler araya girerler: “Aaa, bak kavga ediyorlar, ne ayıp!”. “Alın hırsızı hayrını görün” dersiniz, bir süre sonra Nasrettin Hoca fıkrasındaki gibi kıyamet kopar: “Yahu bizden de çalıyor bu!”
Cengizhan’ın bazı genellemelerini ve üslubunu benimsediğimi söyleyemem. Bu tür net durumlarda “teşhir” söylemi bence yeterli ve muhatap alıcı polemik söylemi kullanmak gereksiz. Adnan Özer’in bir yazısıyla ilgili iddiasının geçerliğini de bilecek durumda değilim. Ne var ki, şiirlerine her zaman değer verdiğim bu arkadaşın bir yazısıyla ilgili iddiayı onun bütün emeğine yaymasını, hele onu A.Ada ile bir tutmasını da yanlış buluyorum. Ancak bütün bunlar, A.Ada’yla ilgili söylediklerinin haklılık oranını değiştirmiyor. Öte yandan bu konuda Bay Ada’nın öne sürdüğü gibi “edebiyat eleştirisi” konumunda kalmak zorunluğu yok. Emeğe el uzatanın bizzat kendisidir hariçte duran. Dolayısıyla konu ahlâk alanını ilgilendirmektedir.
Eleştiri, sanatsal olan, falan filan, sonraki iş...
Önce onur!
Yeni Papirüs, sayı 39, Mayıs 2000
ŞİİR ÇALMAK
YA DA
YAZINIMIZ NEREYE GİDİYOR?
Ferhat Bayramoğlu
Patika dergisinin ocak – şubat – mart 2005
tarihli 48. sayısında yayımlanmıştır.
Bedrettin Cömert’in “Eleştiriye Beş Kala” adlı yapıtında “Etkilenme ve Aşırma” başlıklı bir yazısı var. Cömert, Türk şiirinde Avrupa ve Amerika şiirinden yapılmış kimi “etkilenme ve aşırma” örnekleri üzerinde duruyor. Daha sonra sözü Can Yücel’in “Bir Siyasinin Şiirleri” kitabında yer alan bir dizeye getiriyor. Cömert’in savına göre, Yücel’in “Bi sen eksiktin ay ışığı” dizesi Hasan Hüseyin’in “Bir sen eksiktin sarıyıldız hoşgeldin” dizesinden aynen alınmış.
Cömert’in bu konuda haksızlık ettiği ortada. Çünkü, bilindiği üzere“Bir sen eksiktin” konuşma dilinde çok yaygın bir deyim. Yani kimsenin buluşu değil. Geriye kalıyor, “sarı yıldız” ile “ay ışığı” arasındaki benzeşme. Cömert’in bu sözcük kümeleri arasında kurmaya çalıştığı çağrışım ilintisi, doğrusu bana oldukça zorlama geldi.
Daha da önemli bir etken, ozanların kimlikleri ve kişilikleri. Bilindiği gibi, Hasan Hüseyin, Nâzım Hikmet ve Attilâ İlhan öykünücülüğüyle eleştirilmiş bir ozan. Can Yücel
için ise bu tip bir eleştiri anımsamıyorum.
Peki yazınımızda etkilenmenin ötesine geçen ‘çalıntı’ olayları yok mu? Örneğin, Can Yücel’den rastlantısal ve küçük bir benzeşmenin hesabını soran Bedrettin Cömert, Ahmet Ada’nın “Varlık” dergisinin Aralık 1990 tarihli 999. sayısında “Sen Yine Çiçek Getir” başlıklı şiirini okusaydı acaba ne derdi?
Bunlar, Ada’nin şiirinden:
İyi ki geldin
Hani nerde denizin eski mavisi
Çakıllar da kirlendi, gökyüzü çekip gitti
Ne yapsak, gitgide tükendi yeşil
Ne yapsak, yitirdik bir avuç sesi
......
Çınar yaprağı poyrazladı bak işte
İyi ki geldin birazdan yağmur yağacak
......
Sen yine çiçek getir, bakarsın giderim
Toprağa, suya, göğe karışarak
Almadığım birkaç dizeyi saymazsak, bunlar şiirin bütününü oluşturuyor. Bunlar da, Edip Cansever’in “Sonrası Kalır” kitabında yer alan ve birbirini izleyen “Dostlar” ve “Flaş” şiirlerinden:
Geldin mi, iyi
Yollarından yürüyüşler sızdıran sonbahar
...
O yüz ki bir denizin tekrar tekrar bittiği
...
Dilinde çakılların ve derinliğin en son tadı
....
Bir vakit daha geçti, şimdi ne yapsak
Ne yapsak, bir vakit geldi ve geçti
.....
Ama bizim memleketimizde şiir
Yazık ki ölümle anlatılır biraz
.....
Günbatımı!
Günbatımı! Yeni konuşmaya başlayan bir çocuğun diliyle
....
Bir çınar yaprağı düşüyor ayaklarımın dibine
.....
Denize, göğe, toprağa karışmış bir kalebentlik
(Dostlar)
Hava poyrazladı, yağmur yağacak
Yanıp yanıp sönüyor ışıklandırılmış gözlerin
(Flaş)
Sanki Edip Cansever kimi dizelere çalışmış, sonra onları geliştirmiş ve değiştirmiş, eskizleri de çöpe atmış, ama Ahmet Ada çöp tenekesini karıştırıp onları bulmuş ve kendi adıyla yayımlamış!
Bir şiirden daha kaç tane şiir çıkarılır? Öyleyse Ahmet Ada’nın 2003’de yayımlanmış “Gökyüzünün Fıskiyesi” adlı kitabında yer alan “Yolculuk” şiirine buyurun:
gittin mi, bir sonraki yolculuk
sonbahara, geldin mi bir tenhalığı
sızdıran ağaçlara, şimdi orda
dur, yapraklarını döküyor hepsi
ne yapsak, yapraklarını döküyor
gittikçe yaklaşıyor son yolculuğa
bir vakit mi tükeniyor bıraktığın
gibi kalmıyor, yolculuk günbatımına
şimdi ne yapsak, nasıl durdursak
geçen zamanı, havalar da soğuyor
hüzünlü bir solgunluğa akıyor
ölümle anlatılan her yolculuk
Cansever’in “Dostlar” şiirini bilenlerin ağızlarının nasıl açık kaldığını görür gibiyim, çünkü bu şiirdeki imgelerin neredeyse tamamı, eğretilemeler, sessel ve anlambilimsel yapı, anahtar sözcükler, atmosfer o şiirden aynen alınmış. Şiir uzayıp gidiyor, ama biz burada keselim ve soralım: Bedrettin Cömert buna ne ad koyardı? Şunu da ekleyebiliriz: Can Yücel’in bir şiirindeki masum benzeşmenin hesabını soran yazın ortamımız, bu tip “deveyi hamuduyla götürme” örnekleri karşısında neden suskun?
Ahmet Ada’nın kitabında benzer yöntemlerle oluşturulmuş, daha doğrusu çırpıştırılmış, sadece Cansever’i değil, Oktay Rifat, Turgut Uyar, Cemal Süreya gibi daha bir çok ozanı dolaşan pek çok “şiirimsi” metin var. Dergilerde yayımlanan son şiirlerine bakılırsa Ada’nın son gözdesi, Enis Batur. Artık Batur’un biçimine ve biçemine öykünen “şiirler” yazıyor. Öykünmeciliğin ve aktarmacılığın getirdiği kolaylıkla yazdığı için de dergileri “şiir” bombardımanına tutuyor. Görünüşe bakılırsa kimsenin de duruma bir itirazı yok!
Oysa Ahmet Ada bu konuda geçmişte de ünlenmiş biri. 2000 yılında E dergisinin açtığı eleştirisi yarışmasında ödül alanlardan biri olan Ada’nın yazısını Özdemir İnce’nin yazısından aparttığı savları Gökhan Cengizhan tarafından Papirüs dergisinde ortaya atılmış, bu arada Ada’nın geçmişte de Nihat Behram ve Tahir Abacı’nın benzer savlarıyla karşılaştığı ortaya çıkmıştı. (*)
Şiir çalmanın etik yanını bir yana bırakalım, ama ortalığı çala kalem çalıntı ve öykünme ürünü metinlerle doldurmanın yazındaki aşındırıcı sonuçları üzerinde durmanın artık vakti gelmedi mi?
(*) Bkz. Yeni Papirüs dergisi, sayı 39, şubat 2000 ve izleyen sayılardaki tartışmalar. Bu tartışmalardan sonra merak edip araştırdım. Bir arkadaşımın koleksiyonunda bulduğum Halkın Dostları dergisinin 1970 yılında yayımlanan 12. sayısında Nihat Behram Ada’nın şiirlerini yarı yarıya Ahmed Arif’den aldığını yazıyor. Verdiği örneklere bakıldığında, Ada’nın yine yukarda örneklediğim biçimde “şiir”ler ürettiği anlaşılıyor. Sadece Cansever ile Ahmed Arif yer değiştirmiş. Abacı’nın yazısının yer aldığı Yeni Olgu’nun ocak 1982 tarihli 10. sayısı ile ise rastlantıyla bir sahafta karşılaştım. Bu yazı daha da uzun, dergide küçük puntolarla tam beş sayfa tutmuş. Abacı, Ada’nın ‘’sürekli ve sistematik hırsızlık’ yaptığını çeşitli örneklerle, hatta tanıklıklarla gösteriyor. Ada’nın en çok sevdiği (!) şairlerin başında Cansever’in geldiğini de ekliyor. İstikrara şaşmamak elde değil! Abacı, bu durumdan asıl ‘edebiyat ortamı’nın sorumlu olduğunu vurguluyor. Aynı vurgulamayı Papirüs’teki tartışmalara katıldığında da yapmıştı. Belli ki garp pardon yazın cephesinde de, Ahmet Ada cephesinde de “yeni bir şey” (anlayan anlamıştır ya ey yazın cephesi tırnak içine lütfen dikkat!) yok!
CAFER DERTOĞLU
TUZ DA ÇÜRÜRSE YAHUT BİR AHMET ADA KLASİĞİ
Günlerdir aslında yazmak istediğim de hep aman bana ne bu kadar büyük yazar varken bana ne oluryor dediğim bazı şeyler sanırım kapıya dayandı ki açtım kapıyı ve serptim suyu dışarda küllerin üstüne. Bizim Eşme'de bir laf vardır: "Gızın vasa iki gat düşmanın vadır, gızın yosa sanman ki düşmanın yok" Şimdi benim gızım yok ama biliyom ki elbet düşmanım çok değilse de yok da değil ha.
Aslında ben bu şiiri ilk okuduğumda üyesi olduğum mail grubundan diğer şiir de gelinceye kadar bir benzerlik, hatta aynılık hatta copyright içinde olduğunu düşünmemiştim. Ve sadece aradaki 8 benzerliği bulun diye yazıp yollayacaktım. Yalnız sonradan bir araştırdım ki meğer Ahmet Ada hakkında benzer iddialar o kadar çokmuş ki. Döndüm baktım ararken Aydın Şimşek hakkındaki benzer iddialara…(bknz: http://www.anafilya.org) döndüm baktım Can Bahadır, Cemal Süreya, Ece Ayhan hakkında yazılanlara…
Anladım ki bu işin suyu çıkmış…
Tuz da kokarsa… ne diyeyim ben..
Ahmet Ada ya da Aydın Şimşek ya da benzer efendiler düşünsün… Onur Behramoğlu’nun Onur Caymaz’a yazdığı son cümleyi çok sevdim: “Para ve meşhurluk vurgusu” son derece yerinde… Son günlerde yazılarını çok sevdiğim biri oldu Behramoğlu. Sevan Nişanyan’a dair, eşinin şu yorumu, bazı şairlerimiz-yazarlarımız için de geçerli görünüyor: "Ama ben ona yıllardır şunu söylüyordum: Sen bir yandan esnaf kimliği taşımaya çalışıyorsun, bir yandan da Türk aydınlar camiasında sivrilen bir entelektüel olarak yerini almak istiyorsun. Bu ikisi bir arada olmaz. Hem esnaf hem siyasi radikal olamazsın, hayat müsaade etmez. Sonunda korkunç bir facia olacak demiştim. Oldu." İşte edebiyatın esnaflığının bir tezahürü de 29 tly verilen mönülerin sahipleri. Bu zatlar en çok edebiyata zarar verdiklerinin farkında değiller. Ama birileri ses çıkarsın ve bir şey desin… İnsan nasıl bu kadar rahat ve pişkince bir de tutup bu esnaflık belgesi mönülerini de yazabiliyor doğrusu anlayamıyorum. Dağıttım biliyorum. Konu nereden nereye geldi… Aşağıdaki 8 benzerliği bulun ve yazışalım lütfen. Yoksa ben de Bir Ahmet Ada klasiği mi diyeyim bilmiyorum yoksa tuz kokarsa mı? Artık siz karar verin. Bu grup bana yeni bir yazar kazandırdı: Onur Behramoğlu. Kalemine sağlık.
kış için prelüdler III
deniz kuşları uçuyor
onları seslerinden tanıyorum
sen kuşları yabanıl buluyorsun
ben daha yakın duruyorum onlara
sen denizi sevmiyorsun yeterince
ben dünyanın belleği diyorum ona
sen sokak kedilerini seviyorsun
ben yılkıya bırakılmış atı
karakış ortasında
sen denize bir sözdizimi gibi bakıyorsun
ben insanın derinliğini görüyorum onda
sen yalnızlığın dibinde duruyorsun
ben denizden dağılmış rüzgarda
kuşlar devam ediyor uçmaya
bunu gökyüzünün hışırtısından anlıyorum
denizin kıyısında gölgemi arıyorum
Ahmet Ada, Şiiri Özlüyorum, Ağustos-Eylül 2009, 32.sayı
ARDINDAN
Gökyüzü devam ediyor
Bunu omuzlarından anlıyorum
Sen dağınıklık diyorsun
Ben dalgınlık diyorum ona
Sen nehirleri seviyorsun delice
Ben bir derenin yıkıklığını
Sen başıboşluğunu insanın
Öteki berikiyi ben
Kapı ardına bırakılanı
Sen denize giriyorsun
Ben kıskanıyorum tüm suları
Tüm suları topluyorum ayaklarının dibinde
Ayaklarının dibinde sonsuzu arıyorum
Uzak devam ediyor
Bunu omuzlarından anlıyorum
Kim kimin ardından su döküyor şimdi
Ben suyun yarasına bakıyorum
Gonca Özmen, Belki Sessiz, 2008
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)